MİMAR SİNAN'IN BAŞYAPITININ EVSAHİBİ TARİHİ KENT EDİRNE
Selimiye Cami, Saray İçi, Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri Er Meydanı, Tavuk Ormanı, Bülbül Köşkü, Adalet Kasrı, Muradiye Cami, Sultan II.Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, II.Bayezid Cami, Ali Paşa Çarşısı, Aydın Tava Ciğer, Bedesten Çarşısı, Üç Şerefeli (Burmalı) Cami, Eski Cami (Ulu Cami), Selimiye Arastası, Edirne Büyük Sinagog, Pazarkule Gümrük Kapısı, Karaağaç, Lozan Barış Anıtı, Osmanlı Şerbet Evi, Edirne Eski Tren Garı, Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İlhan Koman Resim ve Heykel Müzesi, Meriç Nehri ve Meriç Köprüsü, Emirgan Çay Bahçesi
"Uçsuz bucaksız Günebakan tarlalarının aralarından geçerek ulaşmıştık Edirne'ye. Sapsarı; Van gogh'un resmettiği gibi bolca sarı boya ile, katman katman, üst üste. Aylin'in yolu seyrederken gözlerindeki ışıltı kadar ışık saçan tarlalar bunlar. Bende yer yer tarlayı çoğu zaman da Aylin'i izliyorum mutluluğu yani. Çoçuksu tatlı tebessümünü. Diz çöktüm elimde bir günebakan, karşımda dünyanın en güzel kadını günebakan kadını, arkamızda Mimar Sinan'ın en kıymetlisi Selimiye..." Yavuz A.I.
Sıcacık huzurlu ve tarihi Edirne, itiraf etmeliyim ki Edirne’ye gitmekte bizi heyecanlandıran şey Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camisini görmekti. Ama Edirne bize bundan çok daha fazlasına sahip olduğunu o kadar naif bir dille anlattı ki. Bu anlatıma tercüman olan ve bizi Edirne’de ailesi ile birlikte ağırlayan sevgili arkadaşımız Olcay oldu. Memleketi Edirne’ye davetine icabet ettik ve mükemmel bir hafta sonu geçirdik birlikte. Buradan tabi ki onlara teşekkür etmek istiyoruz. Sevgili Olcay Sert, annesi ve babası çok tatlı insanlar Aynur Teyze ve Tuncay Amca bize evlerini ve o güzel kalplerini açtıkları için mutluyuz.
Cuma günü güneşli bir günde Bandırma’dan yola çıktık, Çanakkale boğazını arabalı feribot ile geçtik. Yol için yanımıza aldığımız termosta çay ve sandviçleri boğazın güneşte pırıl pırıl parlayan sularına karşı hafif rüzgarlı temiz bir temmuz öğlesinde atıştırdık. Karşıya ulaştığımızda yolculuğumuz dört teker üzerinde devam etti, yollar mavi, yeşil ve sarılarla boyanmıştı.
Ayçiçek tarlaları yüzümde gülümseme oluşturdular, otobüsün camından baktığımda Van Gogh resimleri görüyordum.
Edirne’ye vardığımızda Olcay’ın ailesinin evine geçtik ve yemek yedik, ailesi de Olcay gibi samimi ve cana yakınlar ben ilk defa burada tanışmıştım, Yavuz Alim daha önceden tanışıyordu. Oldukça misafirperver ve yardımseverler. Yemeğimizi yiyip tabi ki keyif çaylarımızı içtikten sonra hemen kendimizi sokaklara attık. Edirne çarşısına yürüdük, ev çarşıya yakın. Selimiye caminin etrafında dolaştık ve caminin yakınında olan Edirne Saray Şekerleme dükkanından Edirne’ye özgü badem ezmesi, kavala kurabiyesi, misk helvası, hardaliye ve şerbetlerin tadına baktık. Badem ezmesi alarak çıktık dükkândan.
Selimiye Cami’nin orada biraz durup fotoğraf almak istedik ama sivrisinekler dehşet bir şekilde ısırıyordu. Karşıdaki dükkandan hemen sinek kovar sprey aldık ve rahatça yürüyebildik. Çarşıya doğru yürümeye devam ettik saat dokuzu geçiyordu, yaz ayı olmasına rağmen kapalıydı çoğu dükkan. İyi bir dondurmacı olduğunu söyleyen Olcay bize dondurma ikram etti. Yavaşça yürüyerek eve geri döndük. Yarın çok erken kalkıp gelinlik ile çekim yapacağız.
Sabah 5 buçuk gibi kalkıp hazırlandık ben gelinliğimi Yavuz Alim damatlığını giyindi, Tuncay amca bizi araba ile Selimiye Cami’nin önüne getirdi. Dün akşam bir yerden ayçiçeği bulabilir miyiz diye konuşmuştuk Edirne’yi simgeleyen en güzel o olacaktı ve fotoğrafta kullanmak istiyorduk. Tuncay amca sağ olsun bizim için ayçiçeği bulmuştu. Çiçeğimizi de yanımıza alıp birkaç poz denedik. Yaklaşık yarım saat uğraştık fotoğraf için çünkü caminin arkasından doğan güneş ve meydanda duran toplarla heykel kompozisyonu zorlaştırıyordu. Saatin erken olmasına rağmen etrafta kalabalıklaşmaya başlamıştı. Sonunda hoşumuza giden birkaç kare aldıktan sonra serin Edirne sabahına veda edip sıcak çay eşliğinde Aynur teyzenin dün gece yaptığı böreklerden yemeye eve gittik.
Kahvaltıdan sonra Sert ailesinin bahçesinin olduğu Sazlıdere’ye gittik hep birlikte. Salatalık, biber, fasulye olan bahçeyi suladı Tuncay amca sonra arabaya atlayıp şehri uzaktan gören bir tepeden geçerken durup manzarayı izledik.
Buradan Edirne’nin meşhur yağlı güreşlerinin olduğu Kırkpınar Er Meydanı’na gittik. Türk Güreşinin panayırlarda yer almaya başlaması 10.yüzyıla dayanıyor. Haziran sonu temmuz başı yapılan güreşlerin tarihi ve ünlü güreşçilerin yer aldığı Edirne Belediyesinin hazırladığı ayrıntılı içeriğe bu linkten ulaşabilirsiniz.
Edirne Osmanlıya geçince I.Murat 1365’te bir saray yaptırır Saray-ı Atik. Daha sonra II.Murat Tunca adasını içine alan büyük bir alana ikinci saray yaptırır ve Fatih Sultan Mehmet bu sarayı genişletir. Bu saray da Saray-ı Cedid-i Amire olarak bilinir. Kırkpınar Er Meydanı’nı da kapsayan Saray İçi büyük bir alan. İşte bu alan içerisinde yer alan diğer göreceğimiz yere Tavuk Ormanı’na geçtik.
Burası sarayın büyük bahçelerine aitmiş, tıbbı ve şifalı bitkilerin olduğu ormanda aynı zamanda tavuk yetiştirilirmiş. Bahçede bulunan Bülbül Köşkü ise IV.Mehmet tarafından 1671’de yaptırılmış. Av köşkü olarak da anılan yapı 2002 yılında Edirne belediyesi tarafından restore edilmiş çok güzel bir yapı.
Buradan bir Mimar Sinan eseri olan Adalet Kasrı’na uğradık. Tunca nehri kenarında yer alan 1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan yapıda Divan-ı Hümayun toplantıları yapılırmış.
Buradan tekrar arabaya binerek Muradiye Cami’sine gittik. 15.yüzyıldan kalma Osmanlı mimarisi olan cami muazzam güzellikte. İçerisine ben tam bakamadım çünkü ezan vakti olduğundan erkekler namaz için hazırlanıyordu ve etraflarında kadın olmasından hoşnut değil gibiydiler. Biz Aynur Teyze ve Tuncay Amca ile arabanın yanında beklerken Yavuz Alim ve Olcay caminin içerisini ayrıntılı incelediler.
Buradan çıktıktan sonra Sultan II.Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ne gittik. Trakya Üniversitesi’ne bağlı müzede 1488 yılından beri külliye içerisinde yer alan hastane eski adı ile darüşşifada ki hastalara uygulanan yöntemler ayrıntılı bir şekilde açıklanıyor. Müzik ile tedavi, su ile tedavi, koku ile tedavi gibi ruh ve akıl hastalarına uygulanan yöntemler ilgi çekici idi. Bunun yanında tıp medresesi de barındıran külliyede 15.yüzyıl tıp eğitimini görmek mümkün. Müzeyi ayrıntılı olarak ele aldığımız yazımıza bakabilirsiniz. Sultan II.Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi
Külliye içerisinde yer alan II.Beyazid Cami’ni de gördükten sonra Tuncay amca ve Aynur teyze bizi çarşıya kadar bırakıp eve geçtiler. Yine Mimar Sinan’ın bir yapıtı olan ve ismini aldığı Veziri Azam Ali Paşa tarafından yaptırılan 1565 tarihli Ali Paşa Çarşısı’nı gezdik. 270 metre uzunluğunda ve 6 kapısı bulunan çarşı 1992’de yanarak kullanılamaz hale gelmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilip 1997’de tekrar hizmete sunulmuş. Meyve şeklindeki sabunları, küçük aynalı süpürgeleri ve el yapımı bebekleri ile çarşı rengarenk.
Bu kadar gezince acıktık tabi, Edirne’nin meşhur tava ciğerini yemek için Olcay bizi çarşıda beğendiği Aydın Tava Ciğer’e götürdü. Ben ciğer sevmediğim için pirzola aldım, Yavuz Alim ciğerin başarılı olduğunu söyledi, Olcay’da tavuk söylemişti o da lezzetliydi.
Enerjimizi alınca gezmeye devam ettik, yoldan bir büfeden soda aldık çarşıdan yürüyerek Eski Cami için gelir getirmesi amaçlı yapılan, çatısı kurşunla kaplı Bedesten Çarşısı’na girdik. Bedesten içinde değerli eşya alıp satılan yer anlamına geliyormuş ve ünlü gezginimiz Evliya Çelebi burası için içinde elmas ve mücevherler satılan geceleri 60 bekçinin beklediği çarşı olarak nitelendirmiş.
Burası da yine Ali Paşa Çarşısı gibi hediyelik eşya ürünleri ve tuhafiyelerle doluydu. Olcay’ın burada eskiden uğradığı bir sahaf varmış bizi oraya götürdü. Sahafın kitaplarına bakındık ve fotoğraflarla dolu bir kutunun içerisindeki fotoğrafları inceledik. Eski fotoğraflara bakmayı çok seviyorum. Bit pazarına gittiğimizde de çokça bakarız Yavuz Alim ile. Uzunca bir süre fotoğrafları inceledikten sonra çıktık dükkandan.
Burmalı Cami diğer adıyla Üç Şerefeli Cami’ye geçtik. (Şerefe; minareleri halka şeklinde saran balkonumsu yapılar) 1437-1447 tarihleri arasında yapılan caminin Mimar Sinan’ın ustası Müslihiddin Ağa’dır. II.Murad döneminin önemli yapılarından olan cami Selçuklu mimarisinden Osmanlı mimarisine geçişin ilk örnekleri arasında yer alıyor. 15.Yüzyıldan kalan caminin minareleri birbirinden farklıdır.
Camiye adını veren üç şerefeli minareye üç ayrı yoldan çıkılıyormuş. İlk yoldan 1. ve 3. şerefeye, İkinci yoldan 2.ve 3.şerefeye Üçüncü yoldan ise sadece 3.şerefeye çıkılabiliyor. 81 metre olan minare dönemindeki minarelerin en yükseği idi. İki şerefeli olan ikinci minarede baklava motifleri vardır ve iki yolludur. Avlunun arkasında da tek şerefeli ve camiye diğer ismini veren burmalı minare yer alır.
Buradan çıktıktan sonra içerisinde muazzam bir şekilde huzur bulduğum Eski Cami (Ulu Cami)’ye gittik. Buranın ayrı bir önemi var bizim için, Ara Güler burada bir fotoğraf çekmiştir ve bu fotoğrafın onun kimliği olduğunu söyler. O fotoğrafı da yazının sonunda paylaştım. Eski cami tek kelimeyle mükemmel bir yer.
Emir Süleyman 1403’te başlayıp, Musa Çelebi inşaata devam eder ve 1414’te Çelebi Sultan Mehmet döneminde tamamlanır. Mimarları Konyalı Hacı Alaaddin ve kalfası İbrahimoğlu Ömer’dir. 2116m2 olan iç mekan çok ferah, dokuz kubbeli ve dört ayaklı caminin bezemeleri ise şahane.
Küfi (geometrik şekilde yazılan Arap yazısı) bezemeler ve hat sanatından sülüslerin (Arap alfabesiyle yazılan süslü yazı) bulunuyor. Eski Cami’de gönlüm kalarak çıktık, Selimiye Cami’ne yakın olan Selimiye Arastası’na geçtik. Arasta diğer çarşılar gibi hediyelik eşya ürünleri barındırıyor, Evliya Çelebi çarşıdan bahsederken özensiz ve ucuz ayakkabı dükkanlarının olduğunu yazmış. Biz buradan 7TL’ye üzerinde Edirne yazan sarı küçük bir mutfak havlusu ve magnet aldık hatıra olarak. Çarşıdan Selimiye Cami’ne çıkan bir geçiş var, bizde burayı kullanarak Selimiye Cami’ne geçtik.
Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Cami 2011 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındı. Edirne’nin en yüksek noktasına kurulan cami şehrin her yanından görülmekte.
Cami mimari açıdan önemli bir yere sahip, mekânın hemen hemen tümü tek bir kubbe altında toplanmıştır. İç süslemelerinde kalem işi, çiniler ve taş süslemeleri bulunuyor. Camiye gelen turistlerin ilgisini çeken ters lale motifi de ziyaretçiler tarafından aşındırıldığı için koruma altına alınmış. Mimar Sinan’ın Edirne’de vefat eden torununu anmak için ustalara işlettirdiği ters lale mahfilin mermer sütunlarının birinde yer alır. Mütevazi ve aynı zamanda görkemli olan Selimiye Cami’nin avlusunda da vakit geçirdik. Olcay’ın biraz işi vardı, bizde bu zamanı değerlendirmek için avluda oturup etrafı inceledik. Tüm renkler, sütunlar ve mukarnaslar hepsi o kadar zarif ve güzel ki. Olcay gelince birlikte camiden çıktık ve eve geçtik.
Ertesi gün Edirne Büyük Sinagog’dan başladık gezmeye. 19.yüzyılın sonlarında Edirne’de 13 civarı sinagog varken 1905’te çıkan büyük yangında sinagogların tamamı yanmış. Bunların yerine tek ve büyük bir sinagog yapılmasını isteyen Sultan Abdülhamid, Fransız mimar France Depre’ye bu sinagogu inşa ettirir ve 1909’da ibadete açılır. 2010 – 14 yılları arası Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca restore edilir.
Sinagogun renkleri çok eğlenceli binası hoş, buradan çıktıktan sonra Tuncay amca ve Aynur teyze bizi araba ile aldılar ve Yunanistan sınırı olan Pazarkule Gümrük Kapısına gittik.
Daha sonra sınıra 4km yakınlarında olan Karaağaç’a Lozan Barış Anıtı’na geçtik. Trakya Üniversitesi Senatosu tarafından Cumhuriyetin 75. kuruluş yılına ithaf en yapılmış. Prof. Dr. Tamer Başoğlu’nun tasarımı olan anıt üç sütundan oluşuyor. Her sütun su ile ayrılan vatan toprağını, çember ise birliği simgeliyor.
Öndeki kadın figürünün elinde duran güvercin demokrasiyi ve barışı diğer elinde tuttuğu belge ise Lozan Antlaşmasını simgeliyor. Anıt 1998’de dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından açılmıştır.
Anıtın yanında yer alan Osmanlı Şerbet Evi’nden serin ve leziz şerbet içip biraz dinlendik.
Edirne Eski Tren Garına geçtik, binası mükemmel olan garın önüne bir tren de yerleştirilmiş.
Mimar Kemalettin’in eseri olan bina 1912-13 yılları arasında yapılıp, 1930’da hizmete girmiş. Günümüzde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanımda. Birkaç atölyesini gezme imkanı bulduk, bahçeye açılan heykel atölyeleri çok güzeldi. Böyle tarihi ve güzel binaların güzel sanatlar olmasını çok seviyorum.
Güzel sanatlar binasına yakın Edirneli heykeltıraş İlhan Koman Resim ve Heykel Müzesi’ni gezdik. Müze ile ilgili yazımıza bakabilirsiniz. İlhan Koman Resim ve Heykel Müzesi
Biraz yorgun ve acıkmış müzeden çıkıp Meriç Nehri üzerindeki Meriç Köprüsü’ne gittik.
Mecidiye Köprüsü olarak da bilinen ve 1842 – 1847 yılları arasında Sultan Abdülmecit zamanında yapılmış. 263 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğinde köprüde bisiklet süren yürüyüş yapan bir kalabalık vardı.
Hava güzel ve nehrin sakince akan suyu insana huzur veriyor, bizde biraz yürüdükten sonra bizi Meriç’in kenarında köprüye nazır mükemmel bir mekan olan Emirgan çay bahçesinde bekleyen Aynur teyze ve Tuncay amcanın yanına geçtik.
Oturduğumuzda yorgunluğumuzu biraz daha hissettik ama değmişti iki gün içerisinde Edirne’nin altını üstüne getirmiştik. Kocaman ağaçların gölgesinde, Meriç nehri ve köprüsüne nazır keyifle birer bira içtikten sonra birer de lahmacun söyledik.
Yoğun ve eğlenceli aynı zamanda tabi ki kültürel ve sanatsal dopdolu bir Edirne hatırası bıraktık arkamızda. Bizi sevgiyle evlerine kabul eden güzel insanlar Aynur Sert, Tuncay Sert ve Olcay Sert’e sonsuz teşekkürler. Hoşça kal Edirne umarım bir daha geliriz ve yine Eski Cami’yi görürüz.
Ara Güler 1956, Edirne Eski Cami (image source pinterest)
Yazan Aylin K.I.